Haset duygusu aşırı engelleyici
ebeveynin içselleştirilmesinden kaynaklanıyor ise neler yapılabilire dair terapötik
ve tevhidi bakış açılarından bir kolaj:
Kendi yapamadığımız bir davranışı, işi
ya da ilişki kurmayı bir başkasının kolayca yaptığını gördüğümüzde
hissettiğimiz yıkıcı duyguların toplu adıdır haset.
“Bu haksızlık!” der; “Aynı şeyi
yaptığımda ben neden aynı sonucu alamıyorum” der; “Benim yıllardır uğraştığım
şeye böyle kolayca nasıl sahip oluyor” der…
Cevabı olmayan, olmadığını
zannettiğimiz sorular arasında boğulduğumuzu hissederiz ve yaşama devam
edebilmek için çoğumuz dikkatimizi daha yapıcı duygular uyandıran kişi ve
olaylara yöneltiriz. Bu yöneltmeyi ne kadar hızlı yapabiliyorsak kendimizi o
kadar sağlıklı addederiz. Üretkenliğimizi, yaşam sevincimizi koruyabiliriz.
Peki, zaman zaman yoklayan, bize boğulma
korkusu yaşatan bu karanlık duygunun hakikati nedir? Özellikle dikkatimizi
yönetemediğimiz zamanlarda, bu konu üzerinde
düşünmekte fayda var.
Bir psikanalist*, yetişkinlikteki haset
duygusunu, bebeklik ve çocukluğunu aşırı engelleyici annenin bakımında geçirmiş
olmaya ve bu süreçte içselleştirmiş olduğu anne figürünü haset edilen kişiye
yansıtmaya bağlamış. İçselleştirmeden kasıt, çocuğun, anne yanında olmadığı zamanlarda
bile içindeki engelleyici sesi dinleyerek hareket edecek kadar annenin bu engelleyici tavrını benimsemiş olması.
Düşünelim; içinizde sürekli sizi siz
yapacak davranışlara ket vuran bir anne figürü var. Öyle derine yerleşmiş ki
biyolojik ebeveyninizle bağlantısı kaybolmuş artık. Kişiliğinizin bir parçası
haline gelmiş bu “yapma, etme, ben senin yerine senden daha iyisini yaparım”
diyen ses. Ve bu sesin ezberlenmiş çözümlerinden başka çözümlere aklınız,
eliniz gitmez olmuş zaman içinde. Size
konulmuş engelleri, engelleyici rolünü bizzat üstlenerek içselleştirmişsiniz
yani.
Ve bir gün karşınızda tam da sizin
yapmak istediğiniz şeyi yapmakta olan birini buluyorsunuz. Çocukken tam
ağzınıza götürmekte olduğunuz kaşığı tutup, sizin kas gücünüzü ve iradenizi
sıfırlayarak o kaşığı ağza götürme eylemini tamamlamanıza izin vermeyen;
üstelik bu hazzı size yardım etmek, sizi kendi yapabileceğinizden daha pratik
bir şekilde beslemek adına sizden çalan anne karşısında duymuş olduğunuz boğucu
çaresizlik tam orada yeryüzüne çıkacak bir yanardağ ağzı buluyor işte.
“Vay be helal olsun!”
diyemiyorsunuz. Boğazınıza takılıyor. Çünkü muhatabını bulamamış öfkeniz kendine
-tıpkı sizden daha iyi kaşık tutan anneniz gibi- işini mükemmel yapan birini bulmuş nihayet. Yapmak üzere
isteklendirildiğiniz işi sizin yapabildiğinizden çok daha iyi yapmakta olan
biri. Daha iyi olmasa bile yapabiliyor olması yetiyor zaten çaresiz ve
eylemsizliğe hapsedilmiş hissetmeniz için. O andan itibaren, o güne kadar
hiçbir alıp veremediğiniz olmayan bu kişi sizin için, karşısında duygusal
sağlığınızı koruyamadığınız bir tehdit haline gelebiliyor.
Baktığınızda suç teşkil edecek,
öfkenizi hak edecek bir şey yapmadığı gibi aksine takdirlik davrandığını fark
ettikçe kendi duygunuz için daha da kaygılanıyorsunuz. Kaygıdan kurtulmak için
ya bu konuyu unutmaya, ya başka kazançlarla kendinizi avutmaya ya da en bahtsız
ihtimalle karşınızdakini engellemeye yönelik arayışlara giriyorsunuz.
“Senin yerine bu işi ben yapabilirim;
yapmalıyım” demek istediğiniz bir engelleyen anne figürünün nihayet ete kemiğe
bürünerek dışsallaşmış bir görüntüsü var karşınızda. Fakat aynı zamanda iyi
anneyi, yani ilişkideki sevgiyi kaybetmek de istemediğiniz için yıkıcılığı
kabullenmek hiç kolay değil. Korku ve haset döngüsüne girmiş oluyorsunuz
böylece.
Böyle bir durumda psikanalizin önerdiği
genel çerçeve, haset edilen kişiye yansıtılmış olan engelleyici annenin, şimdi
ve buradaki yaşantılar yoluyla, işbirliği yapılabilen, gerektiğinde
engellenebilen, sevgisini aktif ve pasif olarak verebilen bir figür haline
getirilmesi olur.
Öneremediği ve daha kökten çözüm ise;
haset edilen kişinin yapıp etmekte olduklarının kendinden olmadığının farkında
olduğu bir bilinç durumuna erişmesi ve bir daha -eşyanın baki olanla ilişkisini
kuramadığı- gaflet alanına düşmemek için önlemler alarak yaşamaya devam etme
çabasıdır. Bu önlemler bir analiz süreci kadar ihtimam da gerektirebilir fakat
sonuçları, analizin yalnızca budadığı sarmaşığın kökünü kazıyıp yerine çiçek
tohumları ekmek kadar farklı olacaktır. İstiğfar ve şükür bilincini daimi hale
getiren, algısını Baki olana odaklama becerisini edinmiş bir kişi ile, bir
duygunun dinamiğini değiştirme motivasyonundaki analizanın elde edecekleri
sonuçlar kıyaslanamayacak kadar farklı iken her iki yol için harcanması beklenen
çaba-her ikisini de kıyısından deneyimlemiş biri olarak- o kadar farklı değil
diye düşünüyorum.
Hasedi yapıcı enerjiye döndürmede
faydalı olacak bir diğer bakış açısı da “çalış senin de olur” tarzındaki genel
yaklaşımdan uzaklaşıp “yardım et; zaten bizim” yaklaşımını arttırdığımızda
ortaya çıkar. ** İlim nasıl müminin yitik malı ise yapılan tüm güzel işler de
Rabbi dolayısıyla mümine aittir. (Nasılına dair kaçırılan noktalardan bir örnek
vermek gerekirse: Başkasının sahip olduğu çok güzel bir eve bakarken duyduğumuz
hayranlık ve eve bakıyor olmanın ufkumuzda oluşturduğu güzel düşünceler bize aittir
ve ev sahibine değil bize verilmiş nimetlerdir aslında.) Tasavvuf yazınında, haset veya kıskançlık bizi
yardım etmeye, gözümüzü diktiğimiz güzelliğin parçası olmaya yöneltmesi gereken
olumlu duygular olarak ele alınmış. “Haris”*** bir peygamberin istikamet üzere
azmeden takipçileri olarak hırs ve hasedi birer nimet addeden bakışı hatırlasak
aslında hiç o dikkat yöneltmelere, duygu bastırmalara falan gerek
kalmayacak.
İçsel
nesnelerimize, yani öğrendikten sonra kişiliğimizin bir parçası haline gelmiş
olan tutum topluluklarımıza işaret eden ayet de bu konuyu aydınlatır:
“Rahman'ın
uyarısını görmezden gelmeyi tercih eden kimseye gelince, Biz onun içine öteki
kişiliğini oluşturmak üzere (kalıcı) bir şeytani dürtü yerleştiririz.” (43:36)
Rahman ismi Rabb’in var ediciliğini
anlatır. Haset vb. yıkıcı duyguların altındaki, verilen ya da verilmeyen
güzelliklerin hesabını tutan akıl, O’nun ‘sonsuz rahmet ve nimetini dilediğine
istediği kadar verme’ özelliğini yok saymış olmaz mı?
*Didier Anzieu, Deri-ben (kitabın içinde geçen analistin
adını bulamadım maalesef. Yalnız fikir kalmış aklımda. Bilen, eklemek isteyen
olursa çok sevinirim)
** Bu yazı henüz bitmişken Ekrem Hoca’nın talep vadisi
başlıklı konuşmasından tamamlayıcı bilgiler geldi.Linkte neleri talep ederken
hırslı olmanın dinen övüldüğüne dair bilgiler mevcut: https://www.youtube.com/watch?v=WWG7R66MixQ
***Linkte bahsedilmekte olan Allah’ın Hz.
Muhammed’e hitabına atfen.
(43:36) http://www.kuranmeali.org/43/zuhruf_suresi/36.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx